Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde - Olga Tokarczuk // konuk Tuğçe Isıyel // Ben Okurum
Deniz Yuce Basarir Deniz Yuce Basarir
7.19K subscribers
645 views
43

 Published On Premiered Aug 25, 2024

Bu kez öyle bir romanla karşınızdayım ki, yani işte kulaklarınızda diyelim, tanımlaması biraz güç. Yok biraz değil çok güç! Gizemli bir cinayet romanı, polisiye gerilim desem? Yani… Evet var öyle bir gerilimli havası, ne de olsa vahşice işlenmiş dört cinayet var ortada. Ve ana karakterimiz Janina Duşeyko onları hayvanların öç almak için işlediğini iddia ederek kanıtlar sunuyor polise ve çevresindeki herkese. Çünkü öldürülenlerin hepsi Polonya’nın bu ıssız, soğuk ve doğaya teslim olmuş köşesinde avcılık yaparak eğlenen acımasız kişiler. Ve Duşeyko da hayvan haklarının yılmaz bir savunucusu. O kadar hararetli bir savunucu ki, kasaba halkı tarafından yarı kaçık yaşlı bir kadın olarak görülüyor. Yani Duşeyko’nun söylemlerine baktığımızda da karşımıza politik, hatta felsefi bir roman çıkıyor. Dikkaaaaat! adını da söylüyorum: Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde. Karanlık bir yanı da var Olga Tokarzuck’un ülkesi Polonya’da 2009’da, İngiltere’de 2018’de, Türkiye’de de 2020 yılında yayımlanan bu eserinin, neşeli, mizahi bir yanı da. Varoluşsal sorgulamalar da içeriyor, vejetaryen saptamalar da. Ve İngiliz şair ve ressam William Blake’e bir güzelleme adeta. Zaten adını da Blake’in Cennet ve Cehennemin Evliliği adlı şiirindeki bir dizeden alıyor. Ve tabii okurun kafasında nereye oturtacağını bilemediği her eser gibi, 2018 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Olga Tokarzuck’un bu romanının da çok seveni de var nefret edeni de. Evet efendim, tartışmalı bir eserle karşınızdayım. Ama malum biz severiz, karşı görüşleri de. Zihnimizi açar.
Ben romanı ‘seven’ biriyle konuşacağım. Aslında onun instagram postunu görünce karar verdim bu romanı Ben Okurum’da sizlerle paylaşmaya. İlk yayımlandığı zaman sıcağı sıcağına Storytel için okuduğumda bir yandan sevmiş bir yandan soru işaretleriyle kalmıştım metnin karşısında. Sonra yakın zamanda klinik psikolog Tuğçe Isıyel’in Bozcaada’da okuduğunu, ortamın tam da romana uygun düştüğünü yazdığı paylaşımı görünce, dedim, “konuşmalı Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde’yi. Hem yazarı Olga abla da Nobelli mühim bir şahsiyet. Sıkı bir aktivist, feminist, çevreci. Ve doğaya verdiğimiz zararlar gün geçtikçe artmakta. Geç olmadan uyarmalıyız birbirimizi, her an, her dakika!” Ve aradım Tuğçe’yi, davet ettim. İşte şimdi karşınızdayız, yani kulaklarınızda!

Olga Tokarzuck, 1962 yılında Polonya’nın Suleçov adlı bir kasabasında doğdu. Annesi de babası da öğretmendi, entelekütel bir ortamda büyüdü. İlk öyküsü henüz 17 yaşındayken bir izcilik dergisinde müstear isimle yayımlandı. Varşova Üniversitesi’nde psikoloji eğitimi gördü. Carl Jung’a ilgisi o yıllarda başladı ve hiç bitmedi. Mezun olduktan sonra bir süre klinik psikolog olarak çalıştıysa da, aradığını bulamadı ve bıraktı. Londra’ya gidip değişik ve önemsiz işlerde çalıştı. 1989 yılında ilk öyküsünün yayımlanmasından tam on yıl sonra bir şiir kitabı çıkardı. 1993 yılında 31 yaşındayken de ilk romanı Kitap İnsanlarının Yolculuğu’nu eline aldı, hatta bu kitap ona ilk ödülünü de kazandırdı. Polonya Kitap Yayıncılarının verdiği bir ilk kitap ödülüydü bu. Characters adlı dergide denemeleri yayımlanırken 1995 yılında da ikinci romanı EE geldi. Hemen ertesi yıl da ona ülkesinde büyük başarı getiren Kadim Zamanlar ve Diğer Vakitler. Artık bayağı üretken bir yazar olmuştu Tokarzcuk. Ve masalsı anlatımı Polonya edebiyatının yeni sesi olarak kabul ediliyordu. 1997’de öykü kitabı Dolap, 1998’de yine bir roman Gündüz Evi, Gece Evi, 2004’de de Son Hikâyeler adıyla yine bir roman çıktı okurların karşısına. Gündüz Evi, Gece Evi onun takımyıldızı romanlar olarak adlandıracağı romanların ilkiydi, yani birbirinden bağımsız gibi görünen ama birbirini tamamlayan anlatılardan oluşan romanlardan ilki. 2001 yılında yine bir öykü seçkisi geldi. 2007’de ona ilk Nike Ödülünü kazandıran romanı Koşucular’la birlikte sanki hayatının akışı da iyice değişti. Gece yatağında uykuyla uyanıklık arasında gidip gelen çocuklar gibi kendine masallar söylemek için roman yazdığını, gerçekle hayallerin arasındaki o sınır çizgisinden seslenen bir dille, bir yandan anlatırken bir yandan da kendisinin de dünyayı keşfettiğini söyleyen Olga Tokarzcuk, yazmakla da kalmıyor. Edebiyat festivalleri düzenliyor, Polonyalı yazarların dünyada tanınması için çaba gösteriyor, üniversitelerde yaratıcı yazma dersleri veriyor, ülkesindeki Yeşiller partisinin bir üyesi olarak çevre, hayvan ve insan hakları ile ilgili etkinliklerde onlara destek veriyor. Her fırsatta feministliğini vurguluyor, onur yürüyüşlerinde ön saflarda yer alıyor. Ve tabii tüm bu çabaları ve yazdıkları yüzünden ülkesindeki aşırı milliyetçiler tarafından sık sık hedef gösteriliyor. Ama yine de ülkesinin en çok satan ve en çok kazanan yazarlarından biri. Kendi adını taşıyan bir vakıf kurarak, Polonya kültürünü tüm dünyada tanıtmak için kolları da sıvıyor.

#denizyücebaşarır #benokurum #sürpulluğunu #olgatogarczuk #tuğçeısıyel #timaş

show more

Share/Embed